Bir de
Liseyi emsallerine göre gerçekten kalifiye bir okulda okudum.
Derslerimizi genelde Almanca ağırlıklı olarak görüyor, özellikle de Hazırlık sınıfındaki Almanca yoğunluğu tüm öğrencileri çok zorluyordu. Almanca öğretmenimiz Yunus Hoca çok naif, güler yüzlü ve beyefendi bir insan olması yanında dersinde bir o kadar ciddi ve idealist bir öğretmendi. Verdiği ödevler ve zorlamaları karşısında bazen işi haytalığa vuruyor ve “Hocam, sanki Almanca Tercüman mı olacağız” gibi sözlerle yakınıyorduk. Yunus Hoca, bu densizliklerimize hiç ama hiç gönül koymaz, “hayata atılın da, Almanca Tercüme mi yaparsınız, yeminli tercüman mı olursunuz göreceğiz” diyerek bizi geçiştirirdi.
Yunus Hocanın verdiği ödevlerin fazlalığı kadar, ödevleri verişindeki tabirleri çok şaşırtıcı olandı. Ders sonuna doğru; “Ödeviniz, sayfa 63’deki metnin cevapları, bir de 64’deki kelimeler, bir de 65-66’daki test, bir de, bir de…” diyerek uzun saatlerimize mal olan ödev safahatını başlatırdı. Bunları o kadar sevecen ve güleç olarak verirdi ki, biz içten içe gerilsek de hocamızı çok sever, ödevleri de canı gönülden yapmaya uğraşırdık. Haliyle günler geçtikçe ödevlerin olumlu etkisini gördük ve eskiden uzun zamanlarımızı alan örneğin, Almanca Tercüme işini çok daha kısa sürede ve daha doyurucu olarak yapmaya başladık.
Mezuniyet sonrası arkadaşlarımızla sosyal medya vasıtasıyla da olsa iletişimimiz devam etti. Sürekli eski günleri yadeder, hocalarımızın dedikodularını yapardık. Günlerden bir gün Kızılay’daki Onat Tercüme Bürosu’nda çalışan arkadaşlarımızdan biri, Yunus Hoca’nın rahatsızlandığını, durumunun iyi olmakla birlikte Ankara’da bir hastanede yattığını söyledi. Biz, arkadaşlar olarak bu durumu Yunus Hocamızı da ziyaret edebilmek maksadıyla tekrar görüşme fırsatı olarak değerlendirmeye karar verdik.
Hemen ertesi Cumartesi günü sözleştiğimiz gibi dört arkadaş buluşarak hasret giderdik. Hastane ziyaret saati geldiğinde bizi gören hocamızın eşi çok sevindi ve eşine “Bey, öğrencilerin gelmiş” deyince, Yunus Hoca yatakta doğruldu, yüzü aydınlandı. Önce ben girdim içeri ve hocamızın elini öptüm. Yunus hoca dışarıdaki arkadaşları göremediğinden ben “Hocam bir de Ahmet geldi, bir de Hasan geldi, bir de, bir de…” diyerek, kendi cümleleriyle, tüm arkadaşların içeri girmesini sağladım. Ama asıl espriyi, Onat Tercüme Bürosu’nda çalışan arkadaşı işaret ederek yine Yunus Hoca patlattı: “Bakın, gördünüz mü? Almanca Tercüman olmasa görüşemeyecektik.”
Ertan ERGÜDER
14.01.2018
İzmir